17 Ekim 2011 Pazartesi

Diyabet

Diyabet nedir? Nasıl meydana gelir?



Diyabet, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile gösterir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun (şekerin) hücrelerin içine girememesidir. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glükoz pankreas tarafından salgılanan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içine girer ve orada yakılarak enerjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar vardır. Bu kapılar normalde kilitlidirler ve uygun anahtar varlığında açılırlar. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glükoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar işlevi gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısındaki kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.





Kaç tip diyabet vardır? Diyabet sıklığı ne kadardır?



Nedenlerine göre bir çok diyabet tipi olmakla birlikte diyabet vakalarının çok büyük bir kısmını Tip 1 ve Tip 2 diyabet vakaları oluşturmaktadır.





Tip 1 Diyabet



Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması) sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.





Tip 2 Diyabet



Sıklıkla erişkinlerde ve şişman (obes) kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç (rezistans) sonucunda glükoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.





Diyabetin bulguları nelerdir?



Diyabete bağlı klinik bulgular vücuttaki karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasının bozulmasına bağlıdır. İnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci nedeniyle hücrelere giremeyen glükoz belli bir serum düzeyini (180mg/dl) aştığında idrarla atılmaya başlar. Böbreklerden atılan glükoz beraberinde sıvı atılımını da arttırır ve sonuçta ÇOK VE SIK İDRAR YAPMA (POLİÜRİ) olur. Vücut, poliüri ile olan sıvı kaybını karşılamak için ÇOK SU İÇİLİR ve bu da POLİDİPSİ olarak isimlendirilir. Organizma, enerji kaynağı olarak glükozu kullanamayınca bir taraftan İŞTAH ARTAR diğer taraftan yedek enerji depoları olan yağlar ve proteinler yıkılmaya başlar ve bunun sonucunda iştah artmasına rağmen KİLO KAYBI olur. Bu klasik bulguların dışında diyabet hastalarında ÇABUK YORULMA, GÖRME BULANIKLIĞI, SIK DERİ ENFEKSİYONU, KADINLARDA VAJİNAL MANTAR ENFEKSİYONU gibi bulgular da görülür.



Diyabet tanısı nasıl konur?



Diyabet tanısı, çeşitli uluslararası kuruluşların (WHO, Amerikan Ulusal Diyabet Veri Gurubu=NDGG) belirlediği ölçütlere göre konmaktadır. Bu ölçütler:





-Klasik diyabet bulguları olan bir kişide herhangi bir zamanda ölçülen plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması,



-En az 8 saatlik aç (kalori almayan) bir kişide plazma şekerinin 140 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması. Yakın zamanda Amerikan Diyabet Birliği açlık kan kekeri sınırını 126 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olarak belirlemiştir.



-Şeker yükleme testinde (OGTT) 2. saatdeki plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması.





Gizli şeker nedir?



Halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum, normal glükoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. İşte açlık plazma şekerinin 110 mg/dl'nin üzerinde fakat 140 mg/dl'nin altında (yeni kriterlere göre 126 mg/dl) olması bozuk glükoz toleransı olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saatdeki plazma glükoz düzeyininin 140 mg/dl'nin üzerinde fakat 200 mg/dl'nin altında olması da bozuk glükoz toleransı olarak isimlendirilmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabetin klasik bulguları görülmez. Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.





Diabette Beslenme Tedavisinin Temel Hedefleri ;



· İnsülin veya ağızdan alınan hipoglisemik ilaçlar ve fiziksel aktivite ile kan glukoz düzeyini normale indirmek ve bu düzeyi korumak

Kan lipitlerinin yükselmesini önlemek

Şeker hastalığı nedeni ile oluşabilecek diğer hastalıkları önlemek ve tedavi etmek

Yaşam kalitesini arttırmaktır.



Diabetik diyeti , diyetin temel ilkeleri aynı olsa da kişiye özeldir. Çünkü, her kişinin beslenmesini etkileyen temel özellikler (Boy uzunluğu, vücut ağırlığı, ideal ağırlık, fiziksel aktivite, sosyo-ekonomik düzey, kan şekeri oranı, verilen ilaç ya da insülin tadavisi gibi) birbirinden farklıdır.



Diabet diyeti her hasta için özel olarak bir diyetisyen tarafından hazırlanmalı, bir diabetik de sadece kendisi için özel hazırlanan diyeti uygulamalıdır.





Daha sonra da sıkça söz edeceğimiz besin grupları nelerdir onları tanıyalım ;



· Süt Grubu

Süt, yoğurt, ayran

· Et Grubu

Peynir, yumurta, tavuk, balık, dana eti vb.

· Ekmek Grubu

Tahıllar, kurubaklagiller, kestane, patates vb.

· Sebze Grubu

Domates, marul, taze fasulye, havuç vb.

· Meyve Grubu

Muz, karpuz, üzüm, elma vb.

· Yağ Grubu

Zeytinyağı ve diğer bitkisel sıvı yağlar, zeytin, fındık, fıstık vb.



Diabetikler İçin Temel Beslenme Önerileri Nelerdir ?



1. Enerji Gereksinimi ile İlgili

Eğer diabetik kişinin vücut ağırlığı olması gerekenden fazla ise kilo vermelidir.

Bunu sağlamak için, uzun süreli ve kalıcı bir şekilde kilo vermesi gerekir.

Çok düşük kalorili diyetler, kan glukoz düzeyinin aşırı düşmesine sebep olacağından uygulanmamalıdır.

Her hafta aynı kıyafetle ve aynı saatte tartılarak vücut ağırlığı kontrol edilmelidir.



2. Öğünlerin Düzenlenmesi İle İlgili

Kan glukoz düzeyinin normal sınırlarda tutulması için öğün sıklığı ve sayısı önemlidir. Besinlerin 3 ana 3 ara öğünde tüketilmesi en uygun olanıdır. Böylelikle insülin kullanımı daha dengeli olacak ve insüline olan gereksinme azalacaktır.

3 ana öğünde (sabah, öğle, akşam) mutlaka ekmek, et, sebze grubundan besinler tüketilmelidir. Buna ek olarak meyve ve süt grubu da katılabilir. Özellikle de antidiyabetik ilaç ya da insülin alan hastalar için ara öğünler bu tadavilerin etkisini karşılayacak enerjiyi almak önemli olduğundan gereklidir.

Önerilen besinlerin zamanında ve önerilen miktarlarda yenilmesi gerekir. Böylece kişi, hipoglisemi ya da hiperglisemi gibi komplikasyonlardan korunur.



3. Karbonhidratlar İle İlgili

Enerji oluşumunda kullanılan en önemli besin ögesi karbonhidratlardır. Karbonhidratlar, tüm bitkisel kaynaklı besinlerde ve hayvansal kaynaklı besinlerden de süt ve bazı süt ürünlerinde bulunur. Hepsi yapılarına göre farklılıklar gösterir.

En basit yapılı ve vücutta en çabuk kana karışan karbonhidrat glukozdur. Çay şekeri olarak bilinen sukroz, glukozdan sonra en çabuk kana karışan türdür. Meyvelerde bulunan fruktoz (meyve şekeri) glukoz gibi basit yapılıdır. Meyvenin yapısındaki posa nedeni ile kana geçişi glukoza oranla daha yavaştır. Bulgur, pirinç vb. tahıllar ; nohut, mercimek vb. kurubaklagillerde ve sebzelerde bulunan nişasta ise daha karmaşık yapıdadır, daha yavaş sindirilen dolayısı ile kana en yavaş geçen karbonhidrat türüdür. Bu olumlu özelliklerinden dolayı, karmaşık yapıdaki karbonhidratların diyetle basit karbonhidratlara göre daha fazla tüketilmesi gerekir.



4. Yağlar İle İlgili

Diabetik kişilerin koroner kalp hastalıklara yakalanma riskleri daha fazla olduğundan tüketilen yağ miktarı ve türü önemlidir.

Yağ alımını azaltmak için içersinde et bulunan yemeklere pişirirken yağ eklenmemesi, kızartmalar ve kavurmalar yerine ızgara, fırında pişirme ve haşlamaların tercih edilmesi, salatalara yağ eklenmemesi gereklidir. Salatadan alınacak vitamin ve minerallerin vücutta kullanılması için yemeklerden alınan yağ yeterlidir.

Yemekleri hazırlarken margarin, tereyağ yerine zeytinyağı ve diğer sıvı yağlar(mısır özü, ayçiçek yağı, soya yağı gibi) tercih edilmelidir.

Kırmızı et yerine beyaz et tercih edilmeli, eğer kırmızı et tercih edilecekse yağsız kısımları alınmalıdır.

Kolesterolu yoğun besinler fazla tüketilmemelidir. Kolesterolün yoğun olarak bulunduğu besinler : yumurta, sakatatlar, tereyağı, yağlı peynirler ve kırmızı ettir. Haftada 2 yumurtadan fazlası yenilmemelidir.



5. Posa İle İlgili

Tüketilen besinler posa yönünden yeterli olmalıdır.

Özellikle suda çözülebilir posa olarak adlandırılan meyve, sebze, kurubaklagiller, yulaf kan glukoz düzeyini daha çok düşürdüğü için tercih edilmelidir.

Pirinç yerine bulgur, çorba yerine aynı besine ait meyveler kabuklu tüketilmelidir.

Besinler un formundan çok taneli tüketilmelidir.



6. Vitamin ve Minerallerle İlgili

Özellikle E, C ve B grubu vitaminler ile Selenyum, Çinko ve Krom minerallerinin diabetikler için olumlu etkileri vardır.

Hergün taze sebze ve meyve, tahı ve et grubundan tüketilirse yetersizlik oluşmaz. Özellikle her öğünde C vitamin kaynağı besinlerin alınması gereklidir. Kromun yeterli alınabilmesi için de mayalanmadan yapılan yufka yerine mayalı ekmek tüketilmelidir.

B grubu vitaminler preparat olarak alınması önerilir.



Vitamin ve Minerallerin Zengin Olarak Bulunduğu Besinler

E vitamini : Yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar ve bunlardan elde edilen yağlar, fındık ve fıstık gibi sert kabuklu meyveler, tahıl taneleri ve kurubaklagiller

C vitamin : Yeşil sebzeler, kuşburnu, turunçgiller, çilek, domates

Selenyum : Deniz ürünleri, böbrek, yürek ve diğer etler

Çinko : Karaciğer, badem içi, ceviz, buğday, bulgur

Krom : Sakatatlar, saflaştırılmamış tahıl ürünleri ve baharat



Diabetik Bir Kişinin Tüketmemesi Gereken Besinler Nelerdir?

- Şeker ve şekerli tatlılar(reçel, bal, pekmez, çikolata, kurabiye, kek ve pastalar)

- Tereyağı, margarin, iç yağı, kaymak, krema

- Salam, sosis, sucuk, pastırma

- Sakatatlar(karaciğer, beyin, dalak, işkembe vb.)

- Kızartılmış ve kavrulmuş besinler

- İçeriğini bilmediğiniz hazır gıdalar





Şeker Hastalığı ve Göz



Şeker hastalığı görmeyi bozabilir



Şeker hastalarının vücudu, şekeri uygun şekilde kullanamaz ve depolayamaz. Yüksek kan-şeker seviyeleri gözün arkasında bulunan ve görmeyi gerçekleştiren sinir tabakasındaki kan damarlarını hasara uğratabilir. Gözün sinir tabakasında meydana gelen bu tip hasara diabetik retinopati denir.



Diabetik retinopati tipleri

İki tip diabetik retinopati vardır: Proliferatif olmayan ve proliferatif olan diabetik retinopati.



Proliferatif olmayan diabetik retinopati, diabetik retinopatinin erken bir dönemini gösterir ve başlangıç retinopati olarak da bilinir. Bu evrede gözün sinir tabakasındaki küçük kan damarlarından kan veya sıvı sızıntısı meydana gelir. Sızan sıvı, sinir tabakasının şişmesine ve eksuda ismi verilen depozitlerin oluşmasına yol açar.

Pekçok şeker hastasında genellikle görmeyi etkilemeyen hafif başlangıç diabetik retinopati bulunur. Görme azalması varsa genellikle maküla ödemi ve/veya maküla iskemisine bağlıdır.



Maküla ödemi, gözün keskin görme bölgesi olup sarı leke diye bilinen ve sinir tabakasının merkezinde bulunan maküla isimli küçük bölgenin şişmesi veya kalınlaşmasıdır. Şişme, sinir tabakasının kan damarlarının sızıntı yapması sonucu olur. Bu durum şeker hastalarındaki görme kaybının en sık sebebidir. Görme kaybı hafif veya ağır olabilir, fakat en ağır olgularda bile çevresel görme işlevini sürdürür.



Makula iskemisi, küçük kan damarları tıkandığında meydana gelir. Maküla, normal çalışmasını sürdürecek ölçüde kanla beslenemediği için görme bulanıklaşır.

Göz siniri veya sinir tabakası (retina ) üzerinde anormal yeni damarlar oluşmaya başladığında (neovaskülarizasyon) proliferatif diabetik retinopati adını alır. Proliferatif diabetik retinopatinin ana sebebi çok sayıda retina kan damarının tıkanması ve retinanın yeterince beslenememesidir. Bu duruma, retina, yeni damar oluşumu ve bunlar aracılığı ile beslenmesini sürdürmek şeklinde cevap verir.



Fakat bu yeni anormal damarlar da normal kan akımını sağlayamazlar. Bazen bunlardan sızıntı ve kanama olur ve bunlara skar dokusu eşlik eder, böylece retinada kırışıklıklar ve dekolman meydana gelir.



Proliferatif diabetik retinopatide görme kaybı daha ağır seyreder, çünki merkezi ve çevresel görme birlikte etkilenir. Bunlara engel olmanın en iyi yolu erken dönemde lazer tedavisidir.

Proliferatif diabetik retinopati aşağıdaki nedenlerle görme kaybına yol açar:



Vitre kanaması: Vitre, gözün içini dolduran jel tarzındaki maddeye denir. Hassas yeni damarlar vitre içine kanama yapabilir. Kanama küçükse, hasta sadece birkaç karanlık ve hareketli nokta görür. Büyük bir kanama görüşü tamamen kapatabilir.

Kanın miktarına göre çekilmesi günler, aylar veya yıllar sürebilir. Yeterli bir zaman içinde kan çekilmezse vitrektomi ameliyatı gerekebilir. Vitre kanaması tek başına kalıcı görme kaybı nedeni değildir. Makula hasara uğramamışsa ameliyattan sonra görme keskinliği eski seviyesine dönebilir.



Traksiyonlu retina dekolmanı: Proliferatif diabetik retinopati oluştuğu zaman neovaskülarizasyona eşlik eden skar dokusu büzüşür ve retinayı çekerek normal pozisyonundan uzaklaştırır. Maküladaki kırışıklık çarpık görmeye neden olur. Maküla ya da retinanın büyük bir kısmı yerinden ayrıştığında daha ağır görme kaybı meydana gelebilir.



Neovasküler glokom: Bazen retinadaki yoğun damar tıkanıklığı iris (gözün renkli kısmı) üzerinde anormal damar oluşumuna yol açar ve göz sıvısının dışa akışı engellenir. Gözdeki basınç artar ve görme sinirini ciddi ölçüde hasara uğratan neovasküler glokom adlı bir göz hastalığı meydana gelir. Erken dönemde yapılan argon lazer fotokoagulasyon neovasküler glokomu önleyecektir. Bazı durumlarda lazer yerine kryo tedavisi de yapılabilir.



Diabetik retinopati nasıl teşhis edilir?

Göz içindeki değişiklikleri tespit etmenin en güzel yolu iyi bir göz muayenesinden geçmektir. Göz doktorunuz, daha siz görsel problemlerin farkına varmadan ciddi bir retinopatiyi tespit edip tedavi edebilir. Göz doktoru damlalarla göz bebeğinizi büyütüp gerekli aletlerle gözünüzün içini değerlendirir.

Doktorunuz diabetik retinopati tespit ederse, tedaviye gerek olup olmadığını değerlendirmek için renkli fotoğraf çekebilir ya da floresein anjiografi (FFA) denilen özel bir ilaçlı film çektirebilir.



Bu testte koldan sarı bir ilaç verilir. Özel bir aletle ilaç gözden geçerken gözdibi fotoğrafları çekilir. Bu test ile şeker hastalığının göze verdiği zararın boyutları anlaşılır ve tedavi konusunda yardımcı olur. Yalnız, verilen ilaç bazen mide bulantısı veya allerji yapabilir. Ayrıca film çekiminden sonraki bir-iki gün içinde hastanın idrarı ve cildi sararabilir, fakat bunlar geçici olup herhangi bir problem oluşturmazlar.



Diabetik retinopati nasıl tedavi edilir?

En iyi tedavi mümkün olduğu sürece retinopati gelişimini önlemektir. Kan şekeri sürekli kontrol altında tutulduğunda uzun süreli görme kaybı riski önemli ölçüde azaltılmış olur. Yüksek kan basıncı veya böbreklerle ilgili sorun varsa bunların da tedavisi gerekir.

Argon lazer tedavisi: Makula ödemi, proliferatif diabetik retinopatisi ve neovasküler glokomu olan kişilere lazer tedavisi önerilir.

Maküla ödemi için, sıvı sızıntısını azaltmak amacıyla lazer, maküla yakınındaki hasarlı retinaya odaklanır. Tedavinin asıl amacı daha fazla görme kaybını engellemektir. Maküla ödemine bağlı görme kaybının geri dönüşü pek olağan değildir, fakat az sayıda hastada artış olabilir. Tedavi sonrası bazı hastalar görme alanında lazer spotlarını görebilirler. Bu spotlar zamanla soluklaşır, fakat kaybolmayabilir.



Proliferatif diabetik retinopatide lazer maküla dışındaki tüm retinaya uygulanır. Buna panretinal fotokoagulasyon denir. Böylece anormal damarlar büzüşür ve yeniden büyümeleri engellenmiş olur. Aynı zamanda vitre kanaması ve retinada büzüşme şansı azalır.

Bazen çok sayıda lazer tedavisi gerekebilir. Lazer tedavisinde amaç mevcut görmenin devam etmesine yardımcı olmakla birlikte diabetik retinopatiyi tamamen iyileştirmez ve her zaman için de görme kaybı sürecini durduramayabilir.



Argon lazerle tedavi için hasta normal muayene koltuğuna oturtulur. Hastanın uyutulması ya da iğne yapılmasına gerek yoktur. Sadece birkaç göz damlası uygulanabilir. Tedavi birkaç seansta yapılır ve herbir seans 10-15 dakika kadar sürer. Büyük ölçüde hastalarda kötüye gidiş engellenir. Görme alanı daralması veya hafif görme azalması dışında ciddi bir yan etkisi yoktur.



Vitrektomi

İleri proliferatif diabetik retinopatide vitrektomi gerekebilir. Bu bir mikrocerrahi girişimdir ve ameliyathane şartlarında yapılır. Cerrahi esnasında kanla dolu vitre alınır ve berrak bir solusyonla değiştirilir. Vitrektomiyi planlamadan önce göz hekimi kanın kendiliğinden temizlenip temizlenemeyeceğini görmek için birkaç ay bekler.

Vitrektomi, anormal damarların alınması nedeniyle sonraki kanamaları da önler. Retina yerinden ayrılmış, yani dekole olmuş ise vitrektomi cerrahisi esnasında onarılabilir. Bu durumda cerrahinin erken yapılması gerekir, çünkü maküladaki çarpıklık veya traksiyonel retina dekolmanı kalıcı görme kaybına neden olabilir. Maküla ne kadar uzun süre kırışık veya yerinden ayrı durursa görme kaybı o denli fazla olur.



Görme kaybı önemli ölçüde engellenebilir

Şeker hastalığınız varsa bilmelisiniz ki günümüzde ileri tanı ve tedavi yöntemleriyle retinopati gelişen hastaların ancak az bir kısmında ciddi görme problemleri meydana gelmektedir. Görme kaybını önlemenin en iyi yolu diabetik retinopatinin erken tespitidir.

Siz de kan şekerini düzenli kontrol ettirip düzenli göz muayenelerinden geçtiginiz takdirde görme kaybı riskinizi önemli ölçüde azaltırsınız.



Hangi aralıklarla muayene olmalı ?

Şeker hastalarının en az yılda iki defa gözleri genişletilerek muayeneleri yapılmalıdır. Diabetik retinopati tanısı konduğu zaman daha sık göz muayeneleri gerekebilir.

Gebelik esnasında retinopati hızlı ilerleme gösterebileceği için diabetli gebelerin gebeliğin ilk üç ayı içinde bir göz muayenesinden geçmeleri şarttır.

Gözlük muayenesi olacaksanız kan şekerinizin en az beş-on gün kontrol altında olması gerekir. Kan şekeri yüksekken verilen gözlükler kan şekeri normale döndüğünde uygun olmayabilir.



Retinopati olmasa bile kan şekerindeki hızlı değişiklikler her iki gözün görmesinde oynamalar meydana getirebilir. Eğer şeker hastalığı veya hipertansiyona ek olarak aşağıdaki problemler varsa hemen göz muayenesine müracaat etmelisiniz:

· Bir gözü etkileyen görme kaybı;

· Birkaç günden uzun süren görme değişiklikleri;

· Kan şekeriyle değişmeyen görme değişiklikleri.

İlk olarak şeker hastalığı tanısı konduğunda 30 yaşında ya da daha genç iseniz tanı konduktan sonraki beş yıl içinde veya 30 yaşın üzerindeyseniz birkaç ay içinde ilk muayenenizi olunuz ve göz dibi incelemelerinizi yaptırınız.



Çocukluk Çağı Diyabeti



Çocukluk Döneminde Diyabet ve özellikleri



Diyabet çocukluk çağında görülen kronik hastalıkların başında gelmektedir. Bu çağdaki diyabet vakalarının %98’inden fazlasını İnsüline Bağımlı Diyabet(IDDM) vakaları oluşturur.



Bilindiği gibi IDDM, otoimmün veya Tip 1 diyabet terimleri ile eş anlamlı kulanılmakta ve pankreas beta hücrelerinin harap olduğu kronik otoimmün bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. IDDM genetik yatkınlık zemininde çevresel (kimyasal ve/veya viral) bir faktörün tetik çekici rolüyle başlamaktadır. Genellikle pankreas beta hücrelerinin % 80’i harap olduğunda klinik diyabet bulguları ortaya çıkmaktadır. IDDM prediyabet (klinik diyabet öncesi), klinik diyabet, hastalığın iyileşmediği ancak belirtilerin kaybolduğu dönem ve kronik (süregen) diyabet olmak üzere 4 döneme ayrılarak incelenmektedir. IDDM’e neden olan immünolojik saldırının klinik diyabet bulgularından aylar-yıllar önce başladığı bilinmekte ve son yıllarda hastalığın prediyabet döneminde saptanıp tedavi edilmesi üzerine yoğunlaşılmaktadır.





Çocukluk Döneminde Diyabet Ne Sıklıkla Görülmektedir?



IDDM sıklığı bakımından ülkeler (bölgeler) arasında belirgin farklılıklar vardır. 15 yaş altı çocuklarda IDDM sıklığı Japonya’da 2/100.000, Finlandiya’da 43/100.000’dir. IDDM insidansı10-12 yaş (büyük pik) ve 2-3 yaş (küçük pik) arasında artmaktadır. İskandinav ülkelerindeki veriler özellikle 5 yaş altında IDDM sıklığında artma olduğunu göstermektedir. IDDM soğuk bölgelerde ve kış aylarında daha sık görülür.IDDM için ailesel bir eğilim sözkonusu olmakla birlikte bilinen bir genetik geçiş yoktur. Tek yumurta ikizlerinden birisinde IDDM varsa diğerinde olma riski %35, IDDM’li anne veya babanın çocuğunda görülme riski %6, genel popülasyondaki risk % 0.5'dir.





Çoçukuk Döneminde Diyabetin Bulguları



Diyabetli çocuklar genellikle diyabetin klinik semptomları olan çok idrar yapma (poliüri), çok su içme (polidipsi) ve kilo kaybı bulguları ile hekime başvururlar.Bu bulgular olduğunda genellikle tanı güçlüğü çekilmez. Bununla birlikte hastalığın akla gelmemesi veya atipik klinik bulguların görülmesi tanıda gecikmeye neden olabilir. Bazı çocuklar gürültülü bulgularla ve birkaç gün içinde gelişen diyabetik ketoasidoz tablosu ile başvurabilirler. Acil olmayan başvurudaki bulgular şunlardır:





Daha önce idrar kaçırmayan çocuklarda enürezis (Gece işemesi) başlaması. Bu bulgu idrar yolu enfeksiyonu veya fazla su içmeye bağlanıp diyabet tanısı gözden kaçırılabilir.

Özellikle puberte öncesi kızlarda olmak üzere vaginal kandidiyazis (mantar enfeksiyonu).

Kusma (gastroenterite bağlanabilir)

Kronik kilo kaybı veya büyümekte olan çocuğun yeterli kilo alamaması.

Huzursuzluk ve okul performansında azalma.

Tekrarlayan deri enfeksiyonları.





Çocuklarda Diyabet Koması



Diyabetli çocukların %50’si Diyabetik Ketoasidoz adı verilen ağır klinik bulgularla seyredebilir. Zamanında farkedilmeyen ve tedavi edilmeyen diyabetik ketoasidoz vakalarında ölüme yolaçan koma tablosu görülebilir. Çocuklarda ağır diyabetik ketoasidoz aşağıdaki bulgularla seyreder./



Ağır dehidratasyon (vücudun susuz kalması)

Şok (hızlı nabız atımı, tansiyon düşüklüğü, burun kulak parmak uçları vb. organlarda morarma )

İnatçı kusma

Vücuttaki sıvının azalmasına rağmen devam eden çok idrar yapma

Sıvı kaybına, yağ ve kas dokusu yıkımına bağlı kilo kaybı

Ketoasidoza bağlı yanaklarda kızarma

Nefeste aseton kokusu

Diyabetik ketoasidoza bağlı derin ve hızlı solunum

Bilinç bozuklukları

Çocukluk çağında diyabet tedavisi

Çocukluk çağında ketoasidoz dışı IDDM tedavisi başlıca 4 bileşenden oluşmaktadır: 1. Diyabet eğitimi, 2. İnsülin yerine koyma tedavisi, 3. Beslenme planlaması ve 4. Egzersiz. Bu bölümde diyabet eğitimine kısaca değinildikten sonra insülin replasman tedavisi üzerinde durulacaktır. Bu çağdaki IDDM tedavisinin amaçları şunlardır:



Ailenin katılımı ile çocuk/adolesan ve ailenin ihtiyaçlarını belirleyerek kişisel diyabet bakım planı hazırlanması

Psikososyal destek

Vücuttaki insülin ve şeker dengesinin kontrolü

Normal büyüme ve gelişmenin sağlanması



Bu amaçlara ulaşabilmek için diyabetli çocukların büyüme ile değişen ihtiyaçlarına duyarlı bir tedavi ekibi tarafından izlenmesi gereklidir. Uluslararası Çocuk ve Adolesan Diyabeti Birliği’nin yönergesine göre diyabet tedavi ekibi aşağıdaki kişilerden oluşmalıdır:

Hastanın veya ailenin kendisi

Pediatrik endokrinolog veya çocuk/adolesan diyabeti konusunda eğitilmiş pediatrist

Diayabet eğitimcisi

Diyetisyen

Psikolog/sosyal hizmet uzmanı

Diyabet Eğitiminin Önemi

Diyabet eğitimi diyabet tedavisinin en önemli bileşenidir. Yakın zamandaki yayınlar diyabet eğitimine insülin tedavisine eşdeğer bir önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.Bunun nedeni diyabet bakımını, dolayısıyla metabolik kontrolün iyileştirilmesini etkileyen en önemli faktörün hastaların kendi kendine bakım becerileri olduğunun gösterilmesidir. Çok küçük yaştaki çocuklar dışındaki her yaştaki çocukların kendi yaşlarına uygun ihtiyaçları ve problemleri dikkate alınarak eğitilmeleri gereklidir. Bazen yapıldığı gibi ailenin eğitilmesi yeterli görülmemeli, diyabet bakım bilincinin küçük yaşlardan itibaren geliştirilebileceği unutulmamalıdır. Diyabetli çocuk ve aileleri için uygulanacak bir eğitimde genel olarak aşağıdaki konuların işlenmesi önerilmektedir:



Diyabetin nedenleri

İnsülin saklanması

İnsülin enjeksiyon teknikleri

Kan şekeri ölçümü

İnsülin dozlarının ayarlanması

Psikososyal ve aile desteği

Hipoglisemi ve tedavisi

Hastalıklar sırasında diyabet tedavisinin düzenlenmesi

Yolculukta diyabet bakımı

Diyabet ve egzersiz

Beslenme ilkeleri

Doğum kontrolü

Alkol ve diyabet

Diyabetin komplikasyonları





Şeker Hastalarında Ayak Bakımı



Hekiminiz düzenli olarak ayaklarınızı kontrol etsin!



Sizde ayaklarınızı her gün kontrol edin! Her gün ayağınızda olabilecek kesik, çizik ve kabarcıkları inceleyin. Ayağınızın her yerine bakın, parmak aralarını da gözden geçirin.



Ayaklarınızı temiz tutun! Her gün ayaklarınızı sabunlu su ile yıkayın. Ayaklarınızı iyice kurulayın ve nemlendirici krem sürün. Parmaklarınızın arasına fazla nemlendirici sürmeyin.





Ayakkabılar



Uygun çorap ve ayakkabı giyin. Dar olan ve ayağınızı sıkan ayakkabılardan kaçının. Kalın pamuklu çorap ve ayak parmaklarınıza geniş yer sunan içi yumuşak olan ayakkabıları seçin.





Asla yalın ayak yürümeyin!



Terli ayaklar şeker hastalarında sık görülür! Ayaklarınız çok terliyorsa, günaşırı değişik ayakkabılar giyin. Ayakkabılarınız böylece kurur. Her zaman ter emici çorap giyin. Buna karşın ayaklarınız hala aşırı terliyor ve nemliyse, hekiminize başvurun.





Yara ve Nasırlar



Kesikleri, çizikleri ve kabarcıkları tedavi edin. Yaralar iyileşmezse hekime başvurun! Ayağınızda kesik, çizik ve kabarcık oluşacak olursa, o bölgeyi sabunlu su ile yıkayın. Kabarcıkları patlatmayın ve üzerine antibiyotikli krem sürün. Yara iyileşmezse hekime başvurun.



Nasırlarınızı tedavi ettirin! Birçok şeker hastasında ayağın kemiksi bölgelerinde deri kalınlaşır ve nasırlar gelişir. Asla bu deri kalınlaşmalarını ve nasırları jilet ve başka keskin araçlarla kesmeyin. Bunun için hekiminize başvurun.



Ayaklarınızı aşırı sıcak su ya da soba ile ısıtmaya çalışmayın! Şeker hastalığı duyu sinirlerini zedeleyebileceği için ayağınızın yandığını ve zarar gördüğünü hisssetmeyebilirsiniz.





Tırnaklar



Tırnaklarınızı doğru kesin! Ayak tırnaklarınızı düz kesin. Tırnağınızın batmaması için yuvarlak kesmekten kaçının.



Diğer hastalıkların ayaklara etkisi



Dolaşımınızı iyileştirmek için çaba gösterin! Yüksek tansiyon, yüksek kolesterol düzeyi ve sigara ayaklarınızın sağlığını tehdit eder. Böyle sorunlarınız varsa hekiminize başvurmaktan çekinmeyin.





Şeker Hastalığı ve Yolculuk



Şeker hastaları yolculuk yapabilir mi?



Şeker hastalığı yolculuk yapmayı engelleyen bir hastalık değildir. Yolculuk yapan ya da otomobil kullanan bir diyabetli için en önemli tehlike HİPOGLİSEMİ yani kan şekerinin normal düzeyinin altına düşmesidir. Özellikle otomobil kullanmak “ağır işler” grubunda değerlendirilmektedir. Otomobil kullanan kişi saatte ortalama 250-300 kalorilik enerji harcar. Bu yüzden yola çıkmadan önce bazı noktalara dikkat etmek gereklidir.





Şeker hastalarının yolculuk hazırlıkları



Uzun yola çıkmadan önce kan şeker düzeyine bakılmalı ve genel bir doktor kontrolünden geçilmelidir.

Herhangi bir acil durumda tıbbi yardımın nerelerden alınabileceği öğrenilmelidir.

Kişinin şeker hastası olduğunu belirten bir kimlik kartı, kolye ya da bilezik taşınmalıdır. Diyabet kimlik kartında hastayı izleyen doktorun ismi, acil bir durumda hemen ulaşılabilecek bir telefon numarası, son kullanılan ilaçlar ve dozları yer almalıdır.

Tüm şeker hastalarının yanlarında şeker ya da çok hızlı emilen şekerli besinler (hazır meyve suyu gibi) ile çantada yedek ilaç (haplar ve insülin) ve enjektör bulundurmaları gerekir.

Herhangi bir yaralanma olasılığına karşı steril pansuman gereçleri ve dezenfektan bir madde bulundurulmalıdır.





Yolculuk Sırasında



Yolculuk sırasında insülin şişelerinin aşırı soğuk ya da sıcaklarda kalmamasına dikkat edilmelidir.

Uzun yolculuklarda, özellikle insülin kullanan hastaların, genellikle sabah alınan insülin dozunu azaltmaları; sık ve düzenli aralıklarla (örneğin 2-3 saatte bir) hafif bir şeyler atıştırmaları gerekir. Ancak, yemekler mola verilerek yenmelidir. Düzenli ve yeterli beslenme, sık sık su içme, düzenli molalar gibi noktalara dikkat edilmelidir.

Eğer olanak varsa, cepte taşınabilen bir kan şekeri ölçüm aleti ile, sürücü ara ara kan şekerini kontrol etmelidir.

Ne olursa olsun, gece otomobil kullanılmamalı ve alkollü içki alınmamalıdır. Alkolün yaklaşık 3-6 saat içinde kan şekerini düşürme eğilimi gösterdiği, bu durumun aşırı açlık durumuna ve kan şekeri düzeyinin düşmesine yol açabileceği unutulmamalıdır.

Yolculuk normalde yapılan tedavide bir aksamaya yol açmamalı, bunun için gerekli önlemler alınmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder